(Erdem dergisi, Sayı 54, 2009, ss.127-135)    127

“Esir Şehrin İnsanları" Romanı Üzerine Bir İnceleme

Mustafa KARABULUT1

ÖZ

Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları adlı romanda, İstanbul'un işgali sırasında Türklerin
tavırlarını anlatır. Bu eserde başlıca üç tip insandan söz edilir: İstanbul Hükümetinin
tarafını tutanlar, Kuvayi Milliyeciler ve her şeyi oluruna bırakan vurdumduymazlar.
Romandaki çatışma bu üç tip insanın olaylara bakışından oluşur. Yazar, roman
kahramanı Kamil Bey'in şahsında ideal Türk aydınında bulunması gerekenleri ifade eder.
Kamil Bey, kimliğini hatırlayıp Anadolu'nun kurtuluşu için mücadeleye katılır. Kemal
Tahir bu romanında Türk aydınının kimlik bilincini kaybetmemesi gerektiğini ifade eder.
Kemal Tahir, İstanbul Hükümeti'nin işgaller karşısında yetersiz kalmasının toplum
üzerinde bıraktığı etkiyi başarılı bir şekilde ifade eder.

Anahtar Kelimeler: Esir Şehrin İnsanları, Türk aydını, işgal, duyarsızlık, milli kimlik.

ABSTRACT

A Study of Kemal Tahir’s “Esir Şehrin İnsanları"
(The People of the Captured City)

Kemal Tahir tells the status and attitudes of the Turks during the Allied occupation
of Istanbul in his novel, “Esir Şehrin İnsanları”. The novel is about three types of people:
Those who sided with the Istanbul Government, those who are in relation with the
National Forces, and those who are indifferent people who let everything follow its
natural course. The conflict in the novel is composed of the woridviews of these three
types of people. The author reflects in the novel what the Turkish intellectuals need to
have. Having filled up a national identity, Kamil Bey joins in this novel that the Turkish
intellectuals should not löse their consciousness of identity. He also successfully tells
the effects of weaknesses of the Istanbul Govenment on society.

Key Words: Esir Şehrin İnsanları, Turkish intellectual, occupation, insensitivity,
national identity.

Türkiye'de roman türü, Tanzimat edebiyatıyla görülür. Önceleri çeviri yoluyla
giren bu tür, daha sonra ilk yerli ürünlerin verilmesiyle gelişimini sürdürür. Fenelon'un
Telemak'ı Türkçeye ilk çevrilen romandır. Daha sonra, Sefiller, Robenson Crusoe, Paul ve
Virgine vb. romanlar Türkçeye çevrilir. Tanzimat döneminde özellikle Ahmet Mithat
Efendi, bu türün ilk yerli ürünlerini verir. Eserlerinde
kıssadan hisse verme amacı ön
planda olan yazar, sonraki nesillere öncülük eder. Romancılığımız olgunluk devrine
Servet-i Fünûn döneminde girer. Halit Ziya, Avrupaî roman tekniğini Türk romancılığına
getirir. II. Meşrutiyet ve Milli Mücadele dönemlerinde gelişimini sürdüren
romancılığımız, Cumhuriyet dönemi Türk romanının oluşmasına zemin hazırlar.

Türkiye'de roman türünün ortaya çıkmasını sağlayan sosyal koşullar Batı'dan
farklıdır. Batıda burjuva sınıfının güçlenmesi ve hızlı sanayileşme ile beraber roman
da gelişmesini sürdürmüştür. Türkiye'deki sosyal değişmenin romancılığımız üzerinde
önemli etkileri vardır. Tanzimat ve Servet-i Fünûn dönemlerinde Batılılaşmanın etkileri,
Milli Mücadele yıllarında milli değerlere yöneliş, Cumhuriyet'in ilk yıllarında sosyal ve
kültürel değişim, II.Dünya Savaşı yıllarında ise ekonomik çöküntü ve sosyal bozulmalar,
romancılığımıza doğrudan tesir eder.

Bazı romancılarımızın toplumsal gerçekleri farklı bir bakış açısıyla ele alındığını
belirtebiliriz. Bunların başında Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal Oktay Akbal ve
Kemal Tahir gibi isimleri sayabiliriz. Kemal Tahir sosyal-gerçekçi romancılığımızın en
kuvvetli temsilcilerindendir. Basit bir anlatıma yönelmeyen yazar, romanlarında ana
çizgi olarak Türk insanının değişim sürecini anlatır. Yazar, Esir Şehrin İnsanları'nda
olduğu gibi, yakın tarihin romanlarını işlediği kent romanları da kaleme alır. Kemal Tahir,
tarih ve toplum yorumuyla örtüşen kendine özgü bir roman anlayışı geliştirmeye çalışır.
Ona göre Türk toplumu Batı toplumlarından farklı olarak sınıfsız bir toplumdur; bu
sebeple Türk romanı da kendine özgü bir çizgi takip etmelidir. İlk romanı
Sağırdere’den
(1950, Son Posta tefrika halinde yayınlandı. 1955'te ise Körduman takma haliyle kitap
halinde basıldı.) itibaren tarihsel süreç içinde, Türk toplumunun son bir asırda geçirdiği
sosyal ve siyasal değişiklikleri dile getirir.

Kemal Tahir'in Esir Şehrin İnsanları2 (1952, Yeni İstanbul, tefrika olarak yayınlandı.
Nurettin Demir takma adıyla 1956 yılında kitap halinde yayınlandı.) adlı romanı,
Mütareke yıllarında işgal altındaki İstanbul'u anlatır. Bu romandan başka
Esir Şehrin
Mahpusu, Yol Ayrımı
ve Yorgun Savaşçı da aynı tarzda yazılmış eserlerdir. Roman üç
bölümden oluşur ve her bölüm de kendi içinde alt kısımlara ayrılır. Birinci bölüm yedi,
ikinci bölüm üç, üçüncü bölüm yedi kısımdan meydana gelir.

Birinci bölüm, Esir İstanbul, ikinci bölüm Bulanık Su, üçüncü bölüm Kâmil Bey
adını taşımaktadır. Romanın başkahramanı Kâmil Bey, II. Abdülhamid'in vezirlerinden
Selim Paşa'nın tek oğludur ve genç yaşta büyük bir mirasa sahip olmuştur. Hayatında o
zamana kadar maddi bir sıkıntıyla karşılaşmamıştır. Kâmil Bey İstanbul'da Galatasaray
Lisesi'ni bitirdikten sonra, Fransa'da felsefe okumuştur. Edebiyat, resim ve diğer
sanatlara olan ilgisinden dolayı Londra ve Roma'da kalmış; ayrıca Mısır , Hindistan, Çin,
kuzey ve güney Amerika'ya gitmiştir. Kâmil Bey, 1913'te yirmi yedi yaşındayken bir
paşa kızı olan Nermin'le evlenir. Kâmil Bey, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa
katılmayacağını sandığı için evlendikten üç gün sonra İspanya'ya gider. Osmanlı
İmparatorluğu son altı yılda 10 Temmuz, 31 Mart'ta iç sarsıntılar geçirip Trablus ve
Balkanlarda yenilgiler alır. Ordunun da derlenip toparlanması için savaş dışı kalması
gerekir.

Kemal Tahir bu bölümde tarihi hadiselerden bahsediyor. Osmanlı
İmparatorluğu'nun Almanya'nın yanında savaşa girişini de bu bölümde anlatıyor.
Birinci Dünya Savaşı başladığında Kâmil Bey ile eşi İspanya'dadır. 1916'da kızları Ayşe
dünyaya gelir. Aile, savaş bittikten sonra İstanbul'a döner. Kâmil Beyin İstanbul'daki
malvarlığından iki dükkan ve bir köşk kalmıştır. Geri kalan kısmı ise yangınlarda
yanmış veya yağma edilmiştir. Üçüncü kısımda Kamil Bey ailesi Üsküdar'da
Bağlarbaşı'ndaki köşke gelir ve oraya yerleşirler.

İstanbul işgal altındadır ve esir olmalarına rağmen kurtuluşa inanmayan
insanların fazlalığı, Amerika'nın mandasını isteyenlerin tavırları, halkın içinde bulunduğu
sıkıntılı hayat şartları daha önce hiçbir zorlukla karşılaşmayan Kâmil Bey'i derinden
etkiler. Önceleri çevresiyle pek ilişkili olmayan Kamil Bey, memleketin içinde bulunduğu
gerçekleri görünce çevresindeki insanlarla kaynaşıp vatanı uğruna faydalı işler
yapmaya karar verir. Bu sırada Anadolu'da direniş hareketleri başlamıştır. Kamil Bey
de bu harekete yardımcı olur. Behçet Necatigil, Kâmil Bey için,
“Ariskotkrat bir aydındı,
zamanla memleket insan ve gerçeklerini tanıyarak devrimci bir insan olur, Milli
Mücadele’ye karışır”(Necatigil, 1971: 122)
diyerek ideal Türk aydınından beklentisini dile
getirir.

Kâmil Bey, çocukluk arkadaşı İhsan Bey'in Karadayı adlı gazetesini çıkarmada
İhsan Bey'in eşi Nedime Hanım'a yardımcı olur. İhsan Bey, dört yıl cephede savaşmış,
yaralanmış, büyük fedakarlıklar yapmıştır. Ancak bir iftira sonrası hapse atılmıştır.
İstanbul Hükümeti aleyhine faaliyetler yapması nedeniyle gazetenin çalışanları takibe
alınır ve bazıları tutuklanır.

Kâmil Bey ile arkadaşları İstanbul Hükümeti'nden gizli olarak Anadolu'ya silah
kaçırmak isterler. Ararat vapuru ile Anadolu'ya 650 ton mermi kaçırılmasına yardım
ederler.

Daha sonra, Yunanlıların saldırı planlarını ele geçiren Kamil Bey, onları
Anadolu'ya gönderirken tutuklanır ve yedi yıl hapse mahkûm olur. Bu olaylar İkinci
İnönü zaferinin kazınıldığı dönemlerde meydana gelmektedir. Romanın ilk bölümünde
hakim anlatıcı vermek istediği mesaja göre devrin siyasi ve sosyal durumunu da
okuyucuya yansıtır. Daha sonra romanın başkahramanı Kamil Bey'i ve eşi Nermin
Hanım'ı tanıtır:

“Kâmil Bey, Abdulhamid’in en zengin vezirlerinden Selim
Paşa’nın tek çocuğuydu. Genç yaşta da çok büyük bir mirasa
konmuştu....” (s.10)

“Kamil Bey nasıl paşa oğluysa, Nermin de paşa kızıydı. Yirmi
yaşına kadar yoksullukla, güvensizlikle, maddi, manevi hiçbir zorlukla
karşılaşmamıştı.”(s.i5)

Kâmil Bey ile ailesi diğer yolcularla birlikte İspanya'dan İstanbul'a gemiyle
yolculuk etmektedirler. Birinci Dünya Savaşı yeni bitmiştir ve Anadolu'da yer yer işgaller
başlamıştır, aynı zamanda İstanbul da işgal altındadır. İlerleyen bölümlerde vak'a zinciri
zenginleşir. İlk bölümde Barcelona'dan Çanakkale'ye yapılan yolculuk sırasındaki
konuşmalar verilirken, romanın içeriği hakkında okuyucu bilgi sahibi olur. Yunanlıların
İzmir'e çıkmalarından sonra bazı insanlar Madrid elçisi gibi Amerikan mandasını
isteyerek,
“Bu vartayı atlatmaya bakacağız! Padişah-halife, bir de başkent kurtuldu mu
gerisi kolay.” (s.21)
demektedirler. Romanın tezini yazar Kamil Bey vasıtasıyla
vermektedir:

“Nasıl kolaydı gerisi? Memleketsiz, milletsiz padişah-halife-

başkent neye yarayacaktır?” (s.21)

Roman türünde, Metin halkasını meydana getiren parçalar eserin vermek
istediği mesaja göre düzenlenir. Kâmil Bey'in İstanbul'a gelişiyle romanın aksiyonu
oluşmaya başlar. Burada Kâmil Bey, memleketi içine düştüğü durumdan çıkarmak için
herkesin kurtuluşa inanması gerektiğini düşünür. Değişim önce Kâmil Bey'in şahsında
görülür. Kâmil Bey,
“Mütareke Dönemi’nde İstanbul’da bulunmuş olmanın sağladığı
imkânlarla cephe gerisinde özellikle aile çevresinde işgalci subaylarla sürdürülen sorumsuz
ve yozlaşmış hayata dair izlenimlerinden yola çıkarak kimliğini hatırlar.” (Gündüz, 2004:
425)
Yazar, Kâmil Bey'i yeni kimliğiyle Kurtuluş Savaşı'na hazırlar. Kamil Bey, Türk
milletinin içinde bulunduğu vahim durumunun farkındadır ve bir şeyler yapılması
gerektiğinin bilincindedir.

Bu bölümde diğer taraftan yurdun değişik yerlerinden haberler gelmektedir.
Bolu-Düzce ayaklanması devam ederken Beypazarı ve Adapazarı'nda da ayaklanma
başlamıştır.

Romanın ilk bölümünden itibaren metin halkaları kronolojik bir tarzda (Aktaş,
1991: 128) eser boyunca verilmektedir. Daha önce Osmanlı İmparatorluğu'nun
kaybettiği savaşlar hatırlatıldıktan sonra İstanbul'un işgal edilmesine geçilir:

“Tarih 16 Mart 1920, günlerden salıydı... İngilizler bu sabah
İstanbul’u işgal ettiler...” (s.70)

Yazar, romanın kurgusunu oluştururken devrin atmosferini esere yansıtmayı
başarır. İdeal bir tip olarak görülen Kâmil Bey'in güçler vardır. Romandaki dramatik
çatışmayı oluşturan güç değerlerin birbiriyle çarpışmasıyla oluşur. Esir Şehrin
İnsanları'nda bu çatışmayı şematik olarak şöyle gösterebiliriz:

Tematik Güç / Değer ve Kavramlar

Karşı Güç / Çatışan Kişi ve Değerler

-    Kamil Bey

-    Zorbalığa, adaletsizliğe karşı başkaldırma

-    Vatanseverlik

-    İhsan Bey

-    Ahmet Bey

-    Kahramanlık

-    Nedime Hanım

-    Fedakarlık

-    Niyazi Bey

-    Ramiz Efendi

-    Vatan hainleri

-    İhanet

-    Korkaklık

-    İşgal güçleri

-    Azınlıklar

-    İhmalkârlık

-    Otorite boşluğu

-    Nemelazımcılık

-    Dalkavukluk

Tabloda tematik gücü temsil eden şahıs ve kavramlar, karşı güçtekilerle tezat
teşkil eder. Vatansever, fedakar birer kahraman olan Kâmil Bey, Niyazi Bey, İhsan Bey,
Ahmet Bey, Ramiz Efendi, Fatma Hanım ve Nedime Hanım, işgale seyirci kalan
vurdumduymazlar, hainler ve işgal güçleri çatışma içindedir. Nedime Hanım, büyük bir
özveriyle gazetesini çıkarmakta ve vatanın kurtuluşu için çareler aramaktadır. Kâmil Bey,
gazetede tanıştığı Nedime Hanım'ın cesaretine ve vatan sevgisine hayran olur. Niyazi
Bey, yıllarca cephelerde savaşmış, Yunan'a ilk kurşunu atanlar arasında yer almış, oğlu
Rum çetelerince öldürülmüş, kızının ırzına geçilmiştir, karısı Anadolu'da kaybolmuş bir
şahıstır. Bu sebeplerden dolayı, düşmana duyduğu kin ve nefret her geçen gün
katlanarak artmaktadır. Öyle ki, vatan için verilen her göreve seve seve gider. İhsan Bey,
subay olarak harbe gitmiş, büyük yararlıklar göstermiş, beş defa yaralanmış bir
vatanseverdir.

Esir Şehrin İnsanları romanında İstanbul adeta bir hapishane gibidir. 16 Mart
1920'de İstanbul'un tekrar işgal edilmesiyle İmparatorluğun başkenti artık bir
esir
şehir
dir. Kamil Bey, uzun süre kaldığı Avrupa'da, Batı'nın gerçek yüzünü, yani bencil ve
zalim yönünü, görmüştür. Batılının tutsağı olarak yaşamanın bir anlamı olmadığını
düşünen Kamil Bey, büyük bir şaşkınlık içindedir. Çünkü, halkın önemli bir kısmı işgale
karşı tepkisizdir. Hatta bir kısmı, İngilizlerle iş birliği yapar. İstanbul adeta bir yangın
yeridir. Bazı subayların gizlice Anadolu'ya kaçtıklarının haberleri gelmektedir. Bulaşıcı
hastalıklar yayılmakta ve ahlaksızlıklar artmaktadır. İşgallere, felaketlere dayanamayan
bazı memur ve subayların intihar ettiği de görülür. Kamil Bey, kurtuluş için bir şeyler
yapılması gerektiğini düşünmekte, ama çevresinin kayıtsızlığı onun çelişkide kalmasına
sebep olmaktadır. Kamil Bey'in hanımı Nermin bile mücadeleden yana değildir. Nermin
Hanım'ın halası ve eniştesi de milli ve manevi değerlerden uzak vurdumduymaz
kişilerdir. Kamil Bey'in ailesini de bir tarafa bırakarak doğru bildiğini yapması, işgalcilerle
mücadele etmesi, vatanına olan sevgisinden ve gerçekten ismine layık kamil bir insan
olmasındandır. Vatan için büyük fedakarlıklar yapan Kamil Bey, romanın sonunda
tutuklanır. Yazar bu anı;

“Kamil Bey, yarı karanlık yer altı odasını birden doldurup
soluklarını kesen umutsuz yalnızlığın ortasında kalakalmıştı. Dört yanına
şaşkın şaşkın bakarak titreyen yumruğunu ağzına götürdü: Yedi yıl!

Burada bir başıma... Olmaz hayır, olmaz bu...”(s.34i)

cümleleriyle anlatır. Yazar, Kâmil Bey'i tutuklatarak adeta bir defa daha esaretin
soğukluğunu hissettirmiştir. Kemal Tahir'in
“siyasi düşünceleri yüzünden 15 yıl hapse
mahkum olması”
(Bakırcıoğlu, 1986: 288) bu romanda da verilmek istenen mesaja
bağlı olarak hapishane motifini okuyucuya iletmiştir.

Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış ve yer yer işgallere uğramış bir ülkenin
kurtarılması için toplumdaki her ferdin kurtuluşa inanması gerekmektedir. Anadolu'da
Mustafa Kemal'in öncülüğünde kurulan Kuvayi Milliyeciler, bağımsızlığın ancak
savaşarak kazanılacağını ifade etmektedirler. Karşı tarafta ise İstanbul Hükümetine
güvenilmesi gerektiği belirtilmektedir. Birtakım insanlar sanki İstanbul'u işgal güçleri
değil de Kuvayi Milliyeciler işgal etmiş gibi davranmaktadırlar. Böylece savaştan yenik
çıkmış olan ülkede karamsarlık duygusu daha da artmıştır ve bağımsızlığın kazanılması
çok uzakta görülmektedir. Bağımsızlığa inanmayış romanda şöyle verilmektedir:

“Yenilen haddini bilmeli, kuyruğunu apış arasına alıp yenilginin
sonucuna katlanmalı. Memleketi bu duruma ittihatçılar getirdi. Koca
Almanla beraberken yenildik! Şimdi bir başımıza, çoban sopasıyla yedi
düvelin karşısına çıkmak ne demektir?” (s.71)

Romanda Kâmil Bey zengin bir aristokrat iken daha sonra devrimci bir aydın
olarak vatanı için faydalı işler yapmaya çalışan biri olur. İhsan Bey de vatanı için canını
seve seve verebilecek bir şahsiyettir. Nedime Hanım işgal altındaki bir şehirde
korkusuzca çabalayan. Türk kadının temsil etmektedir. Fuat Mahir Bey memleketin
içinde bulunduğu durumdan kaçarak kendini dervişliğe vermiştir.

Yazar, bu sıkıntılı dönemde birlik ve beraberlik içerisinde olunması gerekirken
görüş ayrılıklarının ülke için büyük tehlike oluşturduğunu ele aldığı tiplerle de romana
yansıtmıştır.

Romanda vatanın işgal altında oluşu ve Türk aydınının buna karşı tutumu
sorgulanırken yan ifadeler de karşımıza çıkar. Mahalle imamı Mümin Hoca,
İslâmiyet’ten uzaklaşıldığı için bu kötü hadiseler yaşanmakta”(s. 81) sözüyle anlatır.
Kâmil Bey ise önceleri polisin, memurun, jandarmanın işgal güçlerine yardım ettiğini
düşünmesine rağmen bu fikirlerinden daha sonra uzaklaşır. Bir taraftan vatanı
kurtarmaya çalışan vatansever Türk insanları çalışırken, diğer yandan kendi servetini
düşünen insanlar görülür. Bazıları ise, maddi çıkar uğruna dini alet olarak kullanır.
Kâmil Bey İstanbul adliyesindeyken, yapılan adaletsizlikleri yakından görmüş Türk
insanındaki bu olumsuz değişmenin kendi sonunu hazırladığı fikrine kapılarak şöyle
der:

“Burada on dakika dolaşmak, temelleri birkaç yüzyıldır
çatırdayan kocaman bir imparatorluğun neden çöktüğünü insana
anlatabilirdi. Bir devletin, devrini tamamladığı, adaletinin bu halinden
belliydi...” (s.89)

İkinci bölüm tematik bakımdan birinci bölümle paralel olarak verilir. İşgallerle
beraber birçok aydın kurtuluşa inanmayarak Avrupa'ya kaçmakta geriye kalanların çoğu
ise Amerikan mandasını istemektedir. Küçük çıkarlar uğruna vatana ihanet edenlerin
sayısı da fazladır. Bir yandan düşman kuvvetleri şehri işgal etmiştir, diğer yandan
ülkedeki fırsatçılar vatanın çöküşünü hızlandırmaktadırlar. Ülke için asıl tehlike teşkil
eden bu durum şöyle veriliyor:

“... Çöküntü devrinde iki çeşit insan tipi ortaya çıkıyor:
Namussuzlarla namuslular... Hele, önce ‘vatandaş’ sonra ‘insan’ olunması
gereken dehşetli sıralarda felaketle alçaklığın boğuşması kadar korkunç
muharebe yok. Muharebede düşman karşıdadır, üniformalıdır. Az da
olsa, çok da olsa da bir zaman sonra önemi kalmaz. Kaçarsın kovalarsın...

Anında ölenler yaralananlar olur. Ama hep ileriye bakmanın bir rahatlığı
vardır. Oysa esir bir şehirde, dost kim, düşman kim bilinmez!” (s.171)

Üçüncü bölüm romanın başkahramanı Kamil Bey'in etrafında şekillenmektedir.
Kamil Bey ikinci bölümün sonunda önemli belgelerle yakalanmıştır.

Kamil Bey romanın sonuna kadar tutuklu olmasına rağmen yine de vatanı için
faydalı olmaya çalışmaktadır. Romanın bu bölümünde vaka zincirine bağlı olarak mekan
da değişmektedir. Esir bir şehirde vatanı için çalışırken tutuklanan Kamil Bey yedi yıl
hapse mahkum edilince umutsuzca:"..
Yedi yıl! Burada bir başıma... Olmaz hayır, olmaz
bu...” (s.341)
diyerek isyan eder.

Kemal Tahir kahramanlarını seçerken de, diğer unsurlarda olduğu gibi,
gerçekçiliğe bağlı kalıır. Kâmil Bey, İhsan Bey, Nedime Hanım, Niyazi Efendi, Ahmet
Bey, Nermin Hanım, Ayşe; ustası, kahvecisi, amiri, memuru vb. tüm kahramanlar
toplumumuzun birer aynasıdır.
“Kemal Tahir’in romanlarında kişiler zengin, canlı,
kalabalık bir kadro teşkil ederler.” (Kabaklı, 1994: 319)
Esir Şehrin İnsanları da şahıs
kadrosu bakımından oldukça zengindir.

Kemal Tahir'in kahramanları dışa dönük ve hareketlidir. Kâmil Bey dışında,
tematik güçteki diğer kahramanlar da üstün özelliklere taşır. İhsan Bey, Niyaz Efendi ve
diğerleri, vatanı uğruna canını seve seve verebilecek şahıslardır. Yazar, romanın tezini
oluştururken kahramanlarının hayata bakışlarını, duygu ve düşüncelerini dikkate
almıştır. E.M. Forster roman kişileri konusunda
“romanı roman yapan, anlattığı öyküden
çok kişilerin düşüncelerini eyleme dönüştürmek için kullanılan yöntemdir” (Forster, 1982:
85)
diyerek şahıs kadrosunun eseri yönlendirmesi gerektiğini belirtmiştir. Esir Şehrin
İnsanları, kişilerin fikirlerini sosyal ve siyasi ortama uygulamalarını çok net biçimde verir.

Hakim anlatıcı bakış açısının görüldüğü romanda olay örgüsü üç temel metin
halkası çerçevesinde oluşmaktadır. Metin halkaları arasındaki bütünlük, romanın teknik
açıdan güçlü kılar. Birinci bölümün ilk kısmını giriş üçüncü bölümün son kısmını sonuç
bölümü olarak ele aldığımızda geriye kalan kısımlar gelişme bölümünü oluşturmaktadır.
Romana aktivite sağlayan unsur, başkahraman Kamil Beyin çevresindeki
münasebetinden oluşur.

Esir Şehrin İnsanları, Birinci Dünya Savaşı'nda yenik ayrılmış Türk insanının
İstanbul'un işgali sırasındaki tutum ve davranışlarını dile getirir. Kamil Bey'in şahsında
ideal Türk aydınında bulunması gerekenleri içerir. Anlatmaya bağlı edebi eserlerde,
“dramatik vaziyeti hazırlayan altı fonksiyondan” (Aktaş, 1991: 153) biri olan romanın
birinci derecedeki kahramanı bu romanda Kamil Bey'in şahsında dikkatlere sunulur.
Romanda başlıca üç tip insandan söz edilebilir: İstanbul Hükümetinin tarafını tutanlar,
Kuvayi Milliyeciler ve her şeyi oluruna bırakan vurdumduymazlar. Romandaki çatışma
bu üç tip insanın olaylara bakışından oluşturur.

Esir Şehrin İnsanları’nda Mütareke yıllarının kent yaşamından manzaralar
sunulurken, tarihi hadiselerden de bahsedilir. Bu durum, romanı bir tarih kitabı haline
getirmez. Tarihin görevi olup biteni olduğu gibi yansıtmaktır.

Tarih insanın gözlenebilen bütün hayatıyla ilgilenirken roman, insanın sözünü
edemediği bütün sevinçleri, üzüntüleri, düşleri, duygu ve düşüncelerini dile
getirmektedir. Kemal Tahir bu romanda bir nevi sosyolog, ekonomist veya tarihçi gibi
davranıyor. Berna Moran roman yazarı için,
“yansıttığı toplumun oluş yasalarını
incelemeli ve açıklamalıdır.” (Moran, 1997: 136)
diyerek, yazar-toplum ilişkisini dile
getirir.

Bu romanda, Kurtuluş Savaşı yıllarında sivil aydınların işgaller karşısında tutumu
anlatılır. Başkahraman Kamil Bey'in şahsında, aydın bir Türk'e düşen görevler dile
getirilir. Kamil Bey'in iç dünyasındaki çatışmalar, benliğini bulmasına zemin hazırlar ve
onu yazarın idealize ettiği bir aydın tipine çevirir. Kamil Bey'in, kimliğini hatırlayıp
Anadolu'nun kurtuluşu için mücadeleye katılması, yazarın vermek istediği tezin bir
göstergesidir. Eserde, Türk tarihinin son derece önemli ve karışık bir dönemi seçilmiş,
savaşın ve işgallerin birey ve toplum üzerindeki etkisi anlatılmıştır. İstanbul
Hükümeti'nin işgaller karşısında yetersiz kalması, kendisini ordusuz hisseden insanların
sevinçleri, korkuları, umutları, umutsuzlukları, dönemin ve toplumun dramını meydana
getirecek şekilde düzenlenmiştir.

Kaynaklar

Aktaş, Şerif (1991), Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Ankara.

Bakırcıoğlu, M. Ziya (1986), Başlangıçtan Günümüze Türk Romanı, İstanbul.

Forster, Edvard Morgan (1982), Roman Sanatı (Çev. Ünal Aytür) İstanbul.

Gündüz, Osman (2004), Cumhuriyrt Dönemi Türk Romanı, Yeni Türk Edebiyatı.

(1839-2000) El Kitabı, (Editör: Ramazan Korkmaz), Grafiker Yay., Ankara.

Kabaklı, Ahmet (1994), Türk Edebiyatı (Hikâye ve Roman) V. Cilt, İstanbul.

Korkmaz, Ramazan (1990), “Roman Tekniği Bakımından Kuyucaklı Yusuf”, F.Ü.

Sos.Bilimler Dergisi 4/2, Elazığ.

Moran, Berna (1997), Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış -2, İstanbul.

Necatigil, Behçet (1971), Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, İstanbul.

Tahir, Kemal (1995), Esir Şehrin İnsanları, Adam Yayınları, İstanbul.

1

Yrd. Doç. Dr., Adıyaman Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, Adıyaman.

E-posta: mkarabulut@posta.adiyaman.edu.tr

2

Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları, Adam Yayınları, İstanbul, 1995 (341 s.) Alıntılar bu
baskıya aittir.